Beklentisiz Olmanın Dayanılmaz Özgürlüğü

Aylık Bülten

Güncel çalışmalarımdan, yayınladığım yazı ve videolardan en hızlı şekilde haberdar olmak için, aylık bültenime üye olun.

    “Bırakmayı öğren. Mutluluğun anahtarı budur.” – Buddha

    Uzun zamandır bloguma yazmadım. En son yazımdan bu yana neredeyse iki ay geçti. Bu süre zarfında yazdığım birkaç yazı vardı ama onları da yayınlamadım. Neden mi? Basit, çünkü içimden gelmedi:)

    Blog yazmak benim içim tamamen keyfi bir eylem. Yani, içimden gelince yapıyorum, gelmeyince yapmıyorum. Mecburiyet duygusu olmadan yazıyorum. Zamanı, konusu yada uzunluğu hakkında hiçbir sınırlamam yok. Burası benim özgürlük alanım ve bunu gerçekten çok seviyorum.cHayatın içinde, tamamen özgür olma duygusunu ne kadar yaşayabiliyoruz diye hiç düşündünüz mü? Özgürlük duygusunu ne sıklıkla tadıyoruz?

    GEREKLİ İŞLER

    Örneğin çalışma hayatını ele alalım. İşteyken hangi birimizin “içimden gelmiyor” deyip çalışmama gibi bir lüksü var? Patron bile olsak böyle bir şey mümkün değil ama hadi varsayalım ki işi gücü keyfe keder salladık. Sonuçta biliriz ki, tüm o salladığımız işler dağ gibi birikip yine bizim önümüze gelecektir. Çünkü işimizin gerektirdiği sorumluluklar var. Yetiştirmemiz gereken tarihler, tutturmamız gereken hedefler, hazırlamamız gereken raporlar var. Gördüğünüz gibi hepsinde bir “gerekli” olma hali var.

    Gelin bir de günlük hayata bakalım. Alışveriş, temizlik, yemek, aile ziyaretleri, aile bireylerinin ihtiyaçları, sosyal aktiviteler, arkadaşlıklar, vs. Gördüğünüz gibi hepsi çok gerekli ve hepsi de çok önemli. Hiçbirini uzun süre erteleyemeyiz. Öyle yada böyle onları yerine getirmemiz “gerekli”. Yok eğer yerine getirmezsek, pis bir evde yaşamanın, günlerce dışarıdan söylediğimiz yemekleri yemenin, arkadaşlarla iki çift sohbetten yoksun kalmanın verdiği rahatsızlığın yanı sıra -ve daha da kötüsü-  içimizde kabaran dev bir “suçluluk duygusu” da bizi bekliyor olacaktır.

    Özgürlük nedir, ne değildir, nerede başlar nerede biter, limitleri var mıdır yok mudur, vs. gibi konulara hiç girmeyeceğim. Tek bildiğim, benim gibi kurumsalda çalışmayan, evli ve çocuklu olmayan, başını alıp istediği yere gidebilecek kadar cebinde parası olan biri için bile, özgürlük duygusu her an her yerde hissedilemiyor. Hayatımızda ona yer açmamız gerekiyor. Aksi halde “gerekli” işler hayatın her alanına bir şekilde nüfus ediyor ve kendimizi zaman illüzyonunda kapana kısılmış gibi hissediyoruz.

    Bu demek değil ki “gerekli” işler özgürlüğümüzü kısıtlıyor. Tam tersine, “gerekli” işler yapılmadığı takdirde aslında kendimizi daha da tutsak hissediyoruz. Keza onlar bize, kendi “özgürlük alanımızı” yaratmamız için ihtiyaç duyduğumuz zihinsel ve fiziksel ortamı hazırlıyorlar.

    BEKLENTİYE GİRMEK

    Eğer siz de benim gibiyseniz, keyif olsun diye başladığınız hemen her şeyi görev haline getirme tehlikesi ile karşı karşıyasınız demektir. Bu tehlikenin fitilini ne ateşler biliyor musunuz? Beklentiye girmek…

    Ne zaman ki, bir eylemi yaparken beklenti içine girsek, işte o zaman ondan aldığımız keyif azalır. Çünkü, dikkatimiz eylemde değil, bu eylemin sonucunda elde etmeyi umduğumuz beklentiye kilitlenir. İçinde bulunduğumuz eylem, yerine getirilmesi “gereken” bir görev haline gelmiştir ve artık sadece sonuç önemlidir. Sonuç beklentimizi karşılıyorsa, kısa bir süre için zafer sarhoşluğu yaşarız. Yok eğer beklentimiz yerine gelmediyse, yaptığımız eyleme vakit kaybı gözüyle bakar, bir daha da yapmak istemeyiz.

    Hobiler belki bu yüzden bize keyif veriyorlar. Çünkü onları yaparken herhangi bir beklentimiz yok. Uzun vadeli planlarımız yok. Sadece oradayız ve keyif alıyoruz.

    Hobi demişken, geçmişte tam bir hobi canavarı olduğumu daha önce size söylemiş miydim? Ama ne yazık ki hiçbirinde sebat edip ilerleyemedim. Neden mi? Çünkü hep “müthiş keyif almayı” bekliyordum:) Tahmin edebileceğiniz üzere tam da bu yüzden pek çoğunun keyfine varamadım ve daldan dala atlayıp durdum:)

    Metin Hara, katıldığım seminerlerinden birinde, ev ödevi olarak bizden, sadece kendimiz için bir şey yapmamızı istemişti:) İçimizden gelen, yapmaktan keyif alabileceğimiz ama sonunda hiçbir beklentimizin olmadığı bir şey.

    Hobi hususunda, kabarık bir sabıka listem olduğundan, ne yapabileceğim hakkında epey bir düşündüm.  Neden sonra İspanyolca’ya olan ilgim aklıma geldi. Tamam dedim, İspanyolca kursuna gideceğim. Ama bu sefer beklentilerimi evde bırakacağım:)

    Bu hikayenin sonunda şakır şakır İspanyolca konuşmayı öğrendiğimi duyacağınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz:) Gittiğim kurs, Cervantes‘te verilen 16 saatlik bir ön kurdu. Öğrenci moduna girmeden, sadece oturup İspanyolca konuşulan bir ortamı yaşamanın keyfini çıkardım. Alicia adında çok şirin bir İspanyol hocayla ve ilginç bir öğrenci gurubuyla tanışmış oldum. İspanyolca öğrendim mi, hayır:) Keyifli miydi, evet:) İşte bu kadar!

    BEKLENTİLERDEN ÖZGÜRLEŞMEK

    Aynı ruhu, blogumda da yaşatmaya çalışıyorum. Burası benim özgürlük alanım. Çok önem verdiğim halde hiçbir beklentiye girmediğim bir ortam. Yazdığımda mutlu olduğum, yazmadığımda ise suçluluk hissetmediğim yegane oyun yerim. Burası bana sadece zevk olsun diye üretmeyi öğretiyor ve bunu hayatımın diğer alanlarında uygulayabilmem için bana rehberlik ediyor.

    Dilerim ki, hayatımın her alanında beklenti seviyemi azaltıp, her ne yapıyorsam sadece ona odaklanarak, bunun verdiği duyguyu daha derinden hissedebilirim. Bu duygular belki, sıkıntı, belki haz, belki öfke belki de neşe olacak. Ne olursa olsun, bu beni sonuç odaklı beklenti tutsaklığından çıkarıp, süreç boyunca anı yaşama özgürlüğüne taşıyacaktır.

    Dikkat ederseniz, yazımın başında bahsettiğim tüm o “gerekli” işler, içlerinde hep bir beklentiyi barındırır. İşin doğası zaten bu beklentileri doğurur, besler ve büyütür. “Beklentilerinizi bir kenara bırakın ve sadece anı yaşayın” demek lafta çok kolay olsa da, uygulaması ne yazık ki o kadar da kolay değil. Ama her şey gibi bu da öğrenilebilir. Nasıl mı?

    Kendimize küçük özgürlük alanları yaratarak. Beklentilerimizden özgür kaldığımız minik oyun alanları. Ve bu alanlarda çocuklar gibi oynayarak. Yorulunca oynamayı bırakıp, canımız istediğinde tekrar oynamaya başlayarak. Sorgusuz, sualsiz, nedensiz, sonuçsuz. Sadece içimizden geldiği gibi.

    Ve böylece, adım adım deneyimleyerek öğrenelim beklentilerden özgürleşmeyi. Bu oyunda öyle ustalaşalım ki, yaşamın geneline yayabilelim. Ve bir bakmışız, hayatımız, özgürce oynadığımız kocaman bir oyun alanına dönmüş, çabasızca, kendiliğinden…

    Şimdi bir düşünün… Sadece ve sadece içinizden geldiği için yaptığınız, içinizden gelmediği zaman yapmadığınız, yaptığınızda kendinizi kuş gibi hafiflemiş hissettiğiniz, yapmadığınızda ise kendinizi zerre kadar suçlu hissetmediğiniz ne var hayatınızda?

    Sevgiler!
    Esra

    “Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız, oyun oynamayı bıraktığmız için yaşlanırız.” – George Bernard Shaw